26 Mayıs 2012 Cumartesi


Siyahi Gecenin Kaleminden...

Sonsuz gece. Beni karanlığının içine aldın. Boğulmama ramak var. Saatler akıp geçmekte.
Zaman her ne demekse, gözyaşları içindeyim. Bu nasıl bi gece? Bu nasıl bi sıkışmışlık? Bu nasıl bi çaresizlik? Hiç bi yanıt yok. Bu nasıl bi yalnızlık ? Bu nasıl bi düşünce?
Ben nerdeyim? Ben kimim? Dünya olduğu iddia edilen yere ben ne zaman(!) ve nasıl düştüm? Bu ne biçim bi masal? Uyanmak mı iyi, hiç uyanmamak mı? Uyumaya çabalamak mı, uyutulmak mı?
Tarifsizim...
Sayısı çözülemeyen sayıda düşünceler beynimi yiyip tüketti. Çok fazlalar ve her biri diğeriyle çarpışıyor. İrili ufaklı patlakcıklar oluşuyor beyinciğimde. Çoklar!
Ey uyku tozu, gel de ruhumu bedenden ayır! Bu nasıl bi işkence...
Tatminsizim...
Her gece olduğu gibi rüya aleminde gezintiye çıkar beni. Dünyadakiyle birebir zıt rüyalar!
Geçen gece yaşlı ve tanımadığım bi kadın beni gezegenin birinde yer alan evine götürdü. İnanılmaz büyüklükte bir ev, sayısız odalar, eşsiz mimari odaların içinden geçen deniz. Görülmedik tuhaf objeler...
Dün gece insanlar gördüm. Derileri şeffafdandı. İçlerinde kan damarları ve kemikcikleri saydam şekilde gözükebilioyordu. Sonra bu insancıklar akışkan hale gelip bi masa formunu aldılar. Kanları ve kemikleri gözükerek...
Deliyim! Deliriyorum...
Ey bulutların arasından çıkıp gelen moon. Bu yolculuk nereye gider? Yol boyu ışığın eksilmesin üzerimden! Sensiz önümü göremem. Sen varsın diye artık ölebilirim! Bilebilirim yaşamayı da, savurup - savrula da bilirim...
Anlamsızım...
Bu yalnızlık hep durur mu insanda? Gitmeyen bi o mu var? Kök salan, sarsılmayan...
Akılsızım...
Ben neden uyamıyorum bu dünyanın düzenine? Neden hep insanlar uyanıkken uyumayı seviyorum ve uyuyamıyorum onlar uyurken? Karnım neden düzenli aralıklarla acıkmıyo ve hep aynı şeyleri istemiyor? "Canım annemin olduğu gibi." Neden söylenen saatlerde bulunamıyorum belirtilen yerlerde? Neden telefon açamıyorum çok sevdiğim kan bağlantılılarıma da; kafamda o kadar hayal edip hatırlarını sorduğumu ve gerçekmiş gibi inanıyorum? Neden kapı kapı dolaşıp onların hayatlarına bi süreliğine misafir olmak istesem de evimden dışarı adım atamıyorum? Neden çürümeyi seçiyorum ve hiç bişey yapmayı her şeyden iyi becererek? Neden bu dünyaya alacağım ya da borcum yok? Neden hep kolayları tercih etmem? Neden zoru görünce bin türlü kararsız sorgulamam ve sonrasında 80 tane yumurtayı yolun ortasında öylece bırakıp kaçmam ve onların akıbetini, kimlerin eline geçeceğini düşünmemem? Neden bu umursamazlığım? Neden bu doğal dengeye inanışım?Her şeyin bi şekilde kendi kendine yolunu bulacağına inanmam? Neden bu ifadesizliğim?Anlatmak isteyip de anlatamamam? Tariflemek isteyip de beceremem? Neden hiç tamamlayamamam? Neden hep yarıda bırakmalarım? Hep başlamam ama bitirememem? Neden bu açgözlülüğüm, doyumsuzluğum, maymunluğum?
Neden bu çıldırtıcı sessizliğim - sensizliğim...
Neden bu cansıkıcılığım...
Neden bu işe yaramazlığım...
Neden hiç'liğim...
Neden odaklanamıyorum? En ufak bi sarsıntıda neden devriliveriyor bütün puzzle parçalarım? Neden yeniden başlamak yerine kendimi başka bi tercihin daha iyi olacağına ikna etmem...
Hayata karşı bu ilgisizliğim ve isteksizliğim nerede duracak? Bu amaçsızlığın amacı ne ? Neden bu kadar zor bu dünya mekanında, her insanın yaptığı gibi oyalayıcı küçük işler bulup bunu sürdürememem?
Neden aidiyetsizliğim?
Neden hep devrik cümleler?
Neden hep siyahi?
Siyahilerim bir gün Maviye dönüşecek mi?

25 Mayıs 2012 Cuma


Sessizdir Benim Çığlığım!


Bir çocuğun ağlamasına öykünen dudaklarım, bir aşkın hasretle yaktığı dudaklarıyla aynıydı aslında. Yaman bir çelişkiydi yani!!!
 
Kasım gelse de,en çok Haziran oluyordum!Her oyunda ebe seçiliyor,kendimi yakalamayı beceremiyordum. Şimdi iç kokum ağaç kabuklarnın kokusuna eş!
Sen!
Sen dokunulmayan tek yanımdın, sağlam korunan... Uzak yaşadığım sınırlı anılarımda, sınıra dayanamadığım bir delilik haliydi belkide. Hiç bir yere sığmazken yüreğim, dıştan içe yaslandığım bir garip buhran gibiydi...
 
Bir "aşk"ın dokunulmaya öykünen teni ve bir tenin aşkınla ölmeye deliren sesi vardı derinlerde bi yerlerde. Sağlam bir harmoni denmeliydi bunun adına...
Kimin elini tutmaya yeltensem, sadece yeltenmekle kalıyordu. Biliyordum ellerim hep kesilecek senin eline!
 
Oysa azla yetinmeyi biliyordum sömürmüyordum aşkı! Ben en çok kendimi sömürmeyi seviyordum...
 
Kızgınlıklarım vardı, en çok da kendime. Kadınlığıma! Çocuk kalmak gibi aptalca bir diretmem vardı. Ve ben sanki hep büyük olmak için doğmuştum! İsyandır, bu apaçık isyan!
 
Soruyorum ansızın kendime, ruhu deşilen kadınların, rahmi deşilen kadınlardan ne farkı var ki diye! Kadınsan sürekli deşiliyorsun işte... ve aşkın içinde piç gibi büyüyor ve sen susuyorsun.... susuyorum.... susuyoruz...
 
Çok konuşmak kadına yakışmıyor(du). Elini saçlarına dokunmak gibi masum isteklerin yanıp gidiyordu çünkü.  Zaten yalnızlığın yatağında yangın olmuyor muydu?
 
ŞŞŞŞŞİİİŞŞŞŞ!!!
 
Aşk öldüğünde ağlarmıydım?
Evet, kesin ağlardım diyor derinlerden gelen kısık bir ses...
Ona ben kıskanılacak, içini titreten bir aşk yarattım ve kutsadım!
 
Sonlar vardır son dersiniz, olmasını sonsuz istedğiniz.. ama son olmasını mecbur hissettiğiniz!!!
 
Ve, şimdi gitmeliyim....  Sende mutlu olmalısın!



Silik Bir Aşkın, Son Deminde!

Sevdiğim! Sözde bitimsiz masmavi bir denizdi sevgin... Tüm kelimelerinin kifayetsiz kaldığı bir göz ve silik bir söz vardı avuçlarında. Öptüm... Derin derin içime çektim kokunu, avuçlarında, dilimle inşa ettiğim ayrılık, sanrısal bir  sağırlık gibiydi... Sustum...
 
Nasıl yakışıyorsa bıçak ekmeğe, işte öyle parçalanmak milyon kere. En derinlerime  gizleyerek adını, ürkek çocuklar doğuruyordum şafağa! Ve ben en yanlış bir kadın, bende kalmak bile bile, yüzümü çizmek gibi olur du su üstüne... Ve büyüsünü kaybeden bir aşkın son deminde. Buz gibi oluyorum yalnızlıkla, aynalarla avunuyorum, çekinmeden tanıyordum kendimi. 
 
Ya sen sevdiğim? Büyüsünü kaybettiğin aşkın yalnızlığına hapsolunca neler hissdiyosun.. ? Ne garip değilmi sevdiğim, ne güzel bir süpriz böyle hoşgeldin hayatıma derken, her güzel şey bitermiş  "aşk" nedensiz sevmekmiş diye yalnızlığın koynnda buluyoruz kendimizi... Artık anlamaya çalışmıyorum. Söz/de unuttuk diyorum bunun adına...
 
Nefesinle ırzına geçtiğin, kulak mememi bağışlıyorum sana. Firjit olduğum yalan! Ve hala hoşlanıyorum dokunuşlarından, ki hala içim dışım sen! Hala hiç özlemiyor ve hala hiç sevmiyorum seni!!! 
Sevdiğim! Hep ömrümle öldürdüğün sesime inat, yaralarımdan çaldım! Yok saydım! Sakat bi aşkı öz canımla çoğalttım. Ve mümkündü aslında aşka yakışan gözlerine yaralı ömrüm...
 
Gel diyordun. Çık gel! Sevişmek için değil, sevmek için huzuru... Gel diyordun, kalıyordum! Kalıyordum, solumdaki sakat aşka sığınıp. Ömrüme son bi resim çizip sapsarı akıtıyordum yalnızlığı yatağımdan, sapsarı dökülüyordum yastığıma hazan kokuyordu her bir yanım. Ama yok tu ki bu oyunu bozan!
 
Şimdilerde izlerimi kaybeden yitik zaman, gülümsüyorlar bana aynadan! Islak bir yalnızlık, penceresiz karanlık ve tutanaksız bir bahar oluyordu dört bi yanım. Ne demiştim sevdiğim?
 
İmkansız olmuşuz hayattayken üstelik...

Hiç!

İçimde küçük küçük çiçek yarası,dışım kalın bir duvar sanki. Sol omuzuma aldığım tüm sisleri terk ediyorum... Acılar sarmış dört bir yanımı ben görmezden geliyorum.Paylaşınca çoğalan muhabbetin izlerini derinleştiriyorum içimde.
Bakınca sevenlerimi sarılıp öpenleri görüyorum. Nefret duygusuyla yoğrulmuş insanları yok sayıyor sanki ruhum! Çünkü aldığım her nefes dünyaya bedel oluyor bir çizgiden sonra... Sizler kadar sevmişimdir bende, siz öğrenirken belkide!!!
 
Susmak kalmıştır en sonunda yitik bir öykü olmuştur gözümde... 
Şimdi özür dilemeli geçmişten!!! Yaşanmasına izin verilmemiş o saf temiz aşklardan!!!
 
Mmhh benim aziz dostlarım; Canınız cehenneme benimle beraber!!!
 
Son yudumu vefasız dostlarım sizler için öldürürken gırtlağımda, aslında illegal bir sevişme ile ıslağım! Sanmayın ki yağmur yağıyor, nefrettir...Ki nefret benim yüreğimde her zaman legal bir gidiştir!
Ey aşk! Hangi orospunun kasıklarına gizlendin. Önüm arkam sağım solum içim dışım "HİÇ" olmuşken ben, gülüyorum... Deli diyorsunuz muhtemelen yada bir manyağım kimine göre. Kimine göre olabildiğince dişi, kimine göre bir hiç...
 
Evet hiç! Kocaman bir hiç aslında "K" noktasından başka! kimin umurunda? Hiç de dahil buna...
 
Alnımda bir aşk acısı izleri, sırtımda bir kaç saplı bıçak.Arabesk bir söylem değil ama sizler yanılacaksınız!
Ben ki hala hep annemin gül kokusu ellerinde, sıcak kollarında gülümsemesi ömre bedel. Ki baba ya aşık bir piçsem! Azat edilme vaktimin geldiği andır artık...
 
(Şimdi yazın kafanıza göre sevgili "............" TIN bölgeme)


Sayıklama!

Yokluğun bir dolu boşluğumuydu, yoksa hasretmiydim sevgiye bilmiyorum. Öyle anlar vardır ki açsınızdır! Sevgiye, ilgiye, aşka, kıskançlığa ve daha sayamadığım bi dolu bahanedir bizi birbirimize iten...
Düşün ki yüzü parçalanmış tanrılar yetişiyor imdadıma, işte vardiya başladı diyorum. Çalar saat devre de. Ve yok olma anı değil "biz" olma anıdır şimdi diyorum...
Çaresizce aklımın ipleri düğümlenmişken, sen gelip bir bir çözüyorsun. Gül mü kokuyor dudakların diyorum, beliriyor öteden gülüşün. Mutlu etmek için sadece yanındayım diyorsun...
Bu bir hayal olmamalı... Gördüğüm ne düş ne hayal olmamalı. Gerçeksin sen!
Ki bu rüyaysa bile uyanmamak isterim diyorum. Kimse böylesi içten sevmedi. Anlıyorsun değil mi?
Yalnızlık yakar tüm kanatları, ne kadar melek olsan da! Şimdi "aşk" akıyor caddelerden, Kavuşmaya çeyrek kala, ki nehir olup çağlayınca boğulacağım o sularda...
Desem ki özledim!
Seni, bir seni...
Sorular yok aslında kısa açık ve net. Sadece özledim!
Allahım sanki ısrarla acı üretiyor! Yutkunuyorum seni her özledim dediğimde. Dışıma gizliyorum, sesler kayıp!
Sana mavi bir zaman yaratsaydım, beyaz aksaydı yeşilin köklerinden, bir başka zamanda sadece biz olduğumuz bir aşka bulansaydık.. Böyle susmazdın o zaman biliyorum...
Sevgilim....
Yalnızlığımdan, sensizliğimden akıyor ayak seslerin...İzlerin ne garip! Bastıkca birine, siliniyor bir diğeri. Fakat derinleşiyor gittikce her dönüp bakışında gözlerin...
Kapatsam gözlerimi, içim infilak eder. Bu bir ölüm olmayacak aşikar...
Ay ve yüzün aynı anda hücum ediyor tenime, seni her düşündüğümde, savaşmak mı sevişmek mi, yaşamak mı, ölmek mi?
Seçim hakkımız yok sevgili, hepsini birden yaşayacağız, o zaman cenk başlasın ve karışsın tüm duygular. İlk sözün "seni seviyorum" olsun. Sonunu bile bile yanalım, yandıkca ağlayalım. Her bir damla göz yaşın da, yüreğimize bir iz bırakalım...
Korkusuzca gel bana...

http://fizy.com/#s/1ai8sq


22 Mayıs 2012 Salı


Gittim mi? Gözlerinden...



Ayrılık sonrası şiirler yazıyorum, iğde kokulu kaldırımların arkasında kendisine sırf kendisine yağan bir yağmur gibi çıkageliyor. Hoşgeldin diyemiyorum. Neden şimdi? diye soruyorum. Geldim işte diyor...
Oysa sen bana Haziran da gelmiştin. Üşümeyi henüz öğrenmiştim. Ne iyi etmiştin...
Baş köşeme oturan yıldızları elimin tersiyle itiyorum, belki biraz da savrukca siliyorum...
Babama benziyor masamda ki kör bıçak, irkilsem annem kokuyor,titresem kanım donuyor...Burayı es geçiyorum!
Beni beklemişdin oysa ıssız Ankara sokaklarında.Adım adım ezberletmiştin adımı bahçedeki ağaçlara!Bilseydim, bilseydim değiştirirdim o mevsimi...
Gece ayrılık sonrası, hezeyan dolu inerken avuçlarıma, avuçlarım da ağır bir acı.Yastığımda bir kaç damla göz yaşı, sonrası hep yokluk sonrası hep sensizlik...
Oysa nasılda özlemişim teninde ki buğuyu, nasıl beklemişim kokunu bir bilsen...Gözlerin diyorum, her bakışta duru bir su gibi.İçsem... İçsem...İçsem... Ve yine ben geldim de/sen!
Ve şimdi Kasım sonrası, Haziran kokulu sözler biriktirsem sana. Haziran gibi sarsam yokluğunu ve öpsem alnından yokluğunun...
İçimi ısıtır mutlaka! Son bir kez sarılsan, son bir kez öpsen alnımdan ve ben son bir kez öpsem dudaklarından,avuçlarından... Sonra yine susarız istersen.
Gözlerin ve birde ben...

Hoşca/kal!



Dört adım/lık dönüşlerle geçtim sensizliğe...
Bilindik bir yalnızlığın son caddesinde yürüdüm belkide yıllarca, son kez okşadım saçlarını kokuna veda edip... Gidesim var buralardan!
Devrik bir hükümdür artık gözlerim, ne yana dönsem külünde boğulan Ankara. Ve ne yana dönsem batık bir aşkın izleri...
Beceremediğim uzlaşım. Beynime söz geçiremediğim hislerim, kül edemediğim hüzünlerim. Hoşca/ kal.
Batık bir aşkın son deminde, bin vurgun yemiş gibi ölüdür tenim. Şimdi tüm gölgelerden siliyorum adımlarımı. Sessizce...
Gece den bir ay doğar belki gözlerine, belki yüklü bir yağmur bulutu! Oysa gitmeliydim münteşir bir zamanın aralığına.Kırıp zincirlerimi gitmeliydim. Yağmur, çamur bulaşmalı ayağıma. Gitmeliydim!
Kim tutuyor dizlerimi, kim? Hangi aşkın izleridir ayaklarıma dolanan... 
Şimdi nasıl gidilir ey Ankara?
Kokuna yüzüm sürdüğüm, yokluğunu alnından öptüğüm, yarım kalmış sevdam. Şimdi nasıl gidilir dolanmışken ayağıma izlerin!
Yalnızlığım, sen mi geldin? Hoş geldin!
 Ve.....
Hoşca /kal Sevdiğim ve..... Ankara...

21 Mayıs 2012 Pazartesi


Dağınık Tümcelerim Ölüyor Algısız Avuçlarımda!


Gülümsedim ve haziran koktu her yanım! İğde ağaçlarının kokusunu bilirimisin sevgili? Kokun öyle olmalıydı... D/uyuyormusun? İç duvarıma çarpıyor tümcelerin, bir göz iniyor  boylu boyunca, tüm benliğimde dokunuşunla titriyorum.
 
Kimi zaman yeni doğmuş bir bebek gibi, kimi zaman en derin aşk ateşi! Sevişmekde bi yere kadar sevgili! Hiç bir el kırık iki cümle kadar uçurmadı benliğimi, en sıcak dokunuşlarının kenarlarına yazdım gülümsemelerimi... Kızgınlıklarıma ve küfürlerime gelince, gece şahit. Allahsız dizeler .........! Ve işte yine diyorum küfür dediğin uyanınca başlıyor, fakat ne acıdır ki cinsiyet engeline takılıyor. İşte bunun içindir nefret ediyorum rahmimden!!! 
 
Her rıhtım nasıl denize yabancıysa, bende sana öyle yabancı kalıveriyorum bi anda. Üşüyorum diyorum yokluğunda, düşününce yeniden, yeniden ısınıyorum bir parça daha fazla diğerinden... Üstelik üşümenin ne olduğunu da anlatmıştım sana! Öylece büzerek dudağımı ağlamıştım sana, öpmemiştin dudağımı! Yetimlik dediğin gece başlıyor işte tam o anda... Öksüzlüğümü, kimsesizliğimi, sensizliğimi sanki doğuştan hissediyorum. Ki sende vurmuştun kimsesizliğime. Oysa kimse/sizliğime vursunlar istemiyordum, ama sen duymuyordun! 
 
Nasılsın desen bu gece ? Gibi gibiyim aslında (tek nokta)
Ne bıraktın bu gece avuçlarımda ay tozundan başka? Ki  "Aşk"ın fahişedir geceleri biliyorsun!
Suçlamaların gibi gibidir işte, hep üç noktası olmayan! Şimdi bir "oooffff" sıkıştırmak isterdim rastgele bir dizeye yada herhangi birine. Ruhunun ırzına geçmek için ve de ağla diye!
 
Can acısı nedir bilirmisin sevgili? Kesmek istersin, aç kalmak istersin ve çıplak tepeden tırnağa, ağlak... soluk soluğa boğmak! Ve sahiplik duygusuyla kör olmuş bir halde olduğun yerde öldürmek konusunda saçma bir dürtüye kapılmak!
Haziran damlıyor avuçlarıma sevgili, birazdan muson yağmurlarına babafingo bir yağmur bastıracak gibi... Diyorum ki sevgili; Üç noktası olmayanın masalı da olmaz... Ki sen anlamamaya meyilli, öylece durup bakacaksın. 
 
Sorular bitti,  cevaplar bitti. Sessizlik hakim şimdi...

16 Mayıs 2012 Çarşamba



Hep "Mavi"...

Ankara sokaklarını anlamsızca arşınlayan bir kadın, seni sevmenin rengi maviydi diyorum sevdiğim... Aslında yüreğimde küçük bir kuşun kanat çırpmasından başka birşey değil bu sözlerim... Bir çocuğun yarı yıl tatili gibidir aslında benim sevinçlerim! Sevmek....
 
Sapladığın bakışlarını içim acıyarak izlerken sevmek....
Hep derim ya sevdiğim bir beyaza düşme telaşıdır aşk. Siyahıma damla damla işleyen...
Gözlerimi ne vakit kapatsam hep bir damlam intihar ediyor...
 
Ve sen son sözlerimi hep sıva yaparsın ruhuna! Ve ben hep dilimde Ki- hala - ÖZLEDİM tümcesi... Satır aralarında kalmışken, son bir kez daha söylüyorum...
 
Son demenin o ağır kokusu ellerindeyken gidecek olmanın telaşıyla silersin avuçlarını .Oysa nasılda sarılmak gelir içinden!!! Tenine bulanmak, nefesine karışmak, tabiri caizse harına har olmak vardı! Ayrılık sevenlere yakışmaz der şair. Çünkü ayrılığın her yarası ölümle durulur!
 
Sonunda dilinizi hep "her"e ve hep "hiç"e aralayacağınızı bilmektir. Ve bunu hangi avukat savunabilir?
Oysa bizim seveceğimiz beyazlar, maviler vardı. Her dilde aynıydı yankısı, kaçınılmaz. Aşk dağda da aşktı yolda da. Ne farkı vardı "canım" tümcesinin? Sonuçta her dilde aynıydı işte...
 
Seni senden alır gibiydi, senden beni çıkarır gibiydi, hep bir ruh haliydi işte. Bazı kadınlar portakal çiçeği kokuluydu. İçleri boş dışları kaos! Bilmeniz de asla mümkün değil di... Asil bakışlar, ruha şleyen bir dokunuştur nadir görülür!!!
 
Bilmek kötüdür bazen, saklanacak bir günah bile bulamazsınız.Temiz yanınız, tanıdığınız ve adını koyamadığınızdır. Ve sizi ortak bir karanlığa yuvarlamaktır....
Vicdanım! sus.... Kendinden kaçar gibi ondan gider gibi, ona döner gibi ve gider gibi....
 
Artık unutulmaz bir yüzüm, sende hatırla.... 

Çalsın Çanlar ! Vakit gelmiştir...


Demir bir kapı gibi son kez gıcırdayıp susuyorum kendime. Ellerimi saklıyorum yüreğimi ve gözlerimi. Gücüm yetse gölgemide saklamak isterdim. Çünkü sen bilemedin içimi, bilseydin içimi için sızlardı içsizlikten!
Hiç bir köşemi kaybetmedim ben! Adını yazdığım günden beri baki kalmıştı zaman.Artık ne beklenir gelişin, nede gidişine hasret çekerim. Öyle kendi havlince akarım ırmağımdan. Sinsice yok oldun avuçlarımdan, ki son kez, bir nefes çalamadan dudaklarından...
Ne vakit yüzün gelse aklıma, bir bulut geçer gözlerimin önünden.Hüzünleri kapar da geçer, tufana döner de geçer... Yokluğu  aşikar olanın masalı olmaz! Sen dese dudaklarım fırtınalar durulmaz. Ki yine senli bir cümle kalır avuçlarımda, akar gidersin kimsesiz sokakların sırsız koynuna. Akıtırsın kanımı da gidersin kendi suyuna...
Babam da böyleydi! Her an kopacakmış gibi yürürdü dalından...
Giydiğin ceketin son düğmesi gibi, düşüyorum kopuk ve de herzaman ki gibi itaatkar!
Oysa benim gözlerimmiş dünya ya güzel bakan! Bir nefesim yetecekti seni çoğaltmaya, sicim gibi bir yağmur başlayacaktı sonra, belki güzel bir söz belki bir şiir daha... siyah noktalar da...
Ayrılığın, idama öykünen boynumla gidiyorum şimdilerde.Eski bir alışkanlıktır ölüme düşmek! Ben gittim, arama aynalarda aksimi. Birazdan kırılacak gibi bakışım çünkü nereye koysam elimi yabancı! Nereye gitsem nasıl kalsam yalnız...
Hazan mevsimi vurmuştu seni, ondan dı bana "kal hayatımda, saygı duy isteğime, gitme " deyişin... Oysa küçük bir esinti rüzgarında ince bir sızı benliğimde...
Dayadım alnımı yokluğuna! bir feryat ve bir feryat daha...
Kırılgan satırlarım bir deli boran ve illa bir cellat sıcaklığında sırnaşan yokluk... Benim de ahım kalır toprağa. Kendini yok eden bir kent gibi serperim külümü sen kalırsın bir zaman...
Ey "aşk" minyatür bir kalbi sığdıramadın ya içine, o zaman sus ömür boyu benim sesime....
Her iç göründüğü kadar,iç olmuyormuş. Öğrendim...