17 Aralık 2012 Pazartesi


Sessiz Ayrılıklara Çığlığım!

Kanlı bir pençeye siliyorum yüzümü, gözleri derinleşiyor ruhumun. Uğultu tırmalıyor kulaklarımı, biraz kanlı bıçaklı...
Ağır ağır giderken bedenim senden, selam veriyor kaldırımda ki çiçekler. Kimse bilmiyor, onlar çoktan öldüler!
Son sözlerimi savuruyorum yüzüne, gün alacakaranlığa dönerken. Sen gözlerine kör bakmayı öğretme sevgili, olma benim gibilerden!
Ey aşk!
Kaçıncı kırbacın bu sırtımda ki, yokluk doğuruyorum bir yandan, bir yandan kar ve kırmızı bir aşk. Şimdi hangi yamaca saklarsın sevdanı?
Desem ki her şeye rağmen çok şükür!Neye? Kime? Niçin?

Beni yüreğimden öpsene !
 
http://fizy.com/#s/1aj2h7

10 Aralık 2012 Pazartesi


"Bir zamanlar" diye başlayan bi masal anlatıcam bugün size.Bakalım beğencekmisiniz.

Bir zamanlar bir kasabanın 4 ayrı mahallesi varmış. 1. mahallede "evet, ama" lar yaşıyormuş. Evet ama'lar ne yapması gerektiğini bilenlermiş hep düşünürlermiş.Cevaplar kednilerine göre hep doğruymuş, suçu başkalarına atmakta da çok ustalarmış.

 2. mahalle de "yapıcamlar" yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş.Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ancak, yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarını farkederlermiş, bu mahallede bu insanların dizleri, dövülmekten yara bere içinde kalmış.Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertlerlermiş yapıcamlar
. 3.mahallenin "keşkecileri" hayatı algılama güçleri mükemmelmiş ne yapılması gerektiğini daima keşkeciler bilirmiş.Herşey olup bittikten sonra keşkecilerin başları kanarmış hep duvarlara vurmaktan.

Kasabanın en yeşil bölgesinde en güzel evlerin olduğu mahallede ise, "iyi ki yaptım"lar otururmuş. Keşkeciler bu mahallede yürüyüşe çıkar etrafı hayranlıkla izlermiş.Yapıcamlar, keşkecilerle bu güzel mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bi türlü fırsat bulamazlarmış. Evet ama'lar ise ağaçların yeterince gölgesi olmadığından,güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden sürekli dem vurarak şikayet ederlermiş. İyi ki yaptım mahallesi sakinleri de beyinlerinin mazeret üretme bahanesi olmamasıymış. Hikaye bu kadar. Ama size sorum şu.

Siz kimlerden siniz ?

"Evet, ama" cılardan mı ? "Keşke"cilerden mi? Yoksa "Yapıcamlardan mı" ?
Kim bilir belki "iyi ki yaptım-cı sınızdır!
Kimlerden siniz? Cevabını yine kendiniz vereceksiniz...
Benden bu kadar mmuahh :))


9 Aralık 2012 Pazar


Bi süredir radioda dinleyip kim bu söyleyen diye delice arayıp durduğum bi parça. Sonunda Virgin radio da buldum thx virgin. hadi biraz şarkıya öbeklenelim!

19 Kasım 2012 Pazartesi


"Gitme" diyemem ki ben, diyemem işte...

Bazı anlar vardır, küçük bi çocuğun, yarı yıl tatili sevinci gibi gelip geçicidir! Bi anda sevinci sizi sarıp sarmalar ve o gün geldiğinde tamamen yok olur... Sen böyle sevdin, ben ona bile razı geldim...
Hep bir beyaza düşme telaşıydı sözlerin, aslında siyahına işleyen. Şimdi son sözlerini sıva yap, kalbinin o kalın duvarlarına, ki daha ulaşılmaz daha erişilmez olsun diye...

Koca bir "hiç" diyebiliyorum, ardından korkak bakışlarını alıp ceplerimde saklayarak... Unutmanın en iyi yolu uzak kalmaktan ziyade, nefrete sarılmakmış be şair. Şimdi bana aslında nefretin aşktan doğduğunu söyleme, zira artık bu sözleri görmezden geliyorum. Artık tanıdık değil bana hiç bir yüz!
 Bir gidişin bir bitişin yaşanacağı anları hissettiğimde, "gitme" diyemiyorum. Gideceğini biliyorum, bataklıktaysan eğer, çırpınıp çıkmaya çalışmak yerine, en derinlere kendini bırakıp tamamen kaybolmak daha mantıklı gelir ya, işte öyleyim...

Oysa seveceğimiz kırmızılar ve siyahlar vardı, her dilde aynıydı yankısı, ya da "meleğim" tümcesinin... Sonuçta çıkıyordu işte bedenimden soluğun, ve avuç içlerinden bir buse daha...
Seni senden alır gibi, beni benden çıkarır gibi... İçimiz hep boşluk, dışımız hiç kaos...

Son sözüm olmadı hiç, hep satır aralarında kalmışlığım var benim... Son demenin o ağır kokusu ellerimdeyken, gidecek olmanın telaşıyla siliyorum artık avuçlarımı. Oysa nasıl da sarılmak geliyor içimden...

Artık gözlerimi kapatıyorum, o son damla intihar etsin diye...

Vazgeçtim...  http://fizy.com/#s/1aj2h7

5 Kasım 2012 Pazartesi

Karmaşık Duygular Silsilesi...

Ne zaman otursam şu bilgisayar başına dilim lal oluyor sanki, oysa anlatmak istediklerim o kadar yalın ve tek kelimeyle özetlenebilecek bir durumdaki. Ama ben yazmayı seviyorum en çok kalem ve kağıtla bütünlenip karalamayı, içimden ne gelirse, sözcükler uysa da, uymasa da. İçinde kendimden parçaları toplayıp aslında ben buyum demem, yazdıkça çoğalmak, çoğaldıkça içine sığamamak benimkisi. Hani bazen özlersiniz, dile getirirsiniz, yada bunu söylemeye çekinir, kıyıya köşeye iliştiri verirsiniz.

O  kıyıya iliştirdiğiniz yazıla da ansızın karşılaşırsınız o an hüzünle karışık bi yağmur bulutu geçer üzerinizden. Yine içimde ki şairle başbaşayım lö blog :/ ne yaparsam yapayım zamanı ilerletemiyorum sanki. Zamanın bi iminde sıkışmış kalmış gibiyim, bi ses duyuyorum gülümsüyorum, sonra durup düşünüyorum "ya biterse"... "Bazen hiç başlamaması bitmesinden iyidir" deriz ya hani, öylesi biraz hüzünlü, biraz da kekremsi bi özleme boğuluyorum.

Delice görme isteği sarmışken tüm bedenini sen neden bahsediyorsun diyorum kendime. Ama cevabı olmayan soruların içinden çıkmaya çalışıyorum, çalıştıkça daha çok batıyorum. Elimden tutup beni çekecek tek bi kelime bekliyorum. Ne çok şeyle savaşıyorum içimde be şair diyorum. Savaşmadan kazanamazsın diyor. Sonra başımı göğsüne koyup huzura bulanmam gereken yerde, yastığımla yeni bir iç savaşa giriyorum.... Gerisini ne siz söyleyin ne de ben anlatayım. Zira bazen sözcüklerimin esiri oluyorum, öylece susuyorum...

İçimdekileri bi gün yaşamam dileğiyle... Ve yaşamanız dileğiyle.

15 Ekim 2012 Pazartesi


"Özlem Geçmeden, Unutulmuyor Be Şair"...


Büyüyen bir yansımanın yalnızlaşması gibiyim şimdilerde. Ne yana dönsem uğultuyla çoğalan bir ses! Ellerin, sözlerin, her geçen gün biraz daha yabancı. Tüm ışıkları sönüyor kalbimin, sanırım bana bir hal oluyor...

Yokluğunun iki yakası bir araya gelmiyor be sevgili, her dönmek isteyişimde yine sen oluyor, yakıyor! Bi köpek gibi saklıyorum yaralarımı, sanırım bana bir hal oluyor!


Karanlık çökünce odama, indirip perdelerimi kendime örtünüyorum, bir kaçışa, bir gidişe sevdalanıyorum. Tüm sesleri silsemde kulaklarımdan, siyah gelip sevişiyor tüm beyazlığıyla, ben karşı koyamıyorum...

Desem ki unutmak mümkün aslında, yaşamdan vazgeçmek gibi pis bir korkuyla, en fazla yüreğin acır, akar hayat - acı- ve hüzün... Öyle bükme dudağını, öyle vazgeçme anı gibi bakma yüzüme, biz, aynı ateşin aşkıyız! Senden başka nereye çıkar yol, bi kanadı kırık halimle, buz tutmuş yüreğimle...

Ağlıyorum!

Saplanıyorsun gözlerime, batıyorsun. Aşkla yağmur yağıyor lakin, dilim senden sonra lal!
Sen mi ölüyorsun gözlerim de, yoksa ben mi can veriyorum, bilmiyorum...



Hani şair "yüreğime söylediğim en doğru yalansın" diyor ya. Öylesi işte...

2 Eylül 2012 Pazar


Uyanmak istiyorum!

Gece inanılmaz bi rüya gördüm, belki de uzun zaman sonra gördüğüm en inanılmaz, en  korku dolu bir rüyaydı. Üzerinden saatler geçmesine rağmen hala kendimde değilim.

Uyandığımda 3:30 sularıydı nefes almakta güçlük çekiyor, diğer yandan sesli bi şekilde ağlıyordum. Kendime gelmem 1 saati bulsada aklımdan o kareleri çıkaramıyorum.Adeta bir korku filminden kısa bir kesit izlemişcesine içimi titretti bu rüya. Şimdi ne oldu da bu kadar etkilendin diyorsunuz eminim.

Çok kötü bir ev içindeydim karanlık heryerde eski eşyalar kırık dökük oyuncaklar yırtık koltuk minderleri ve büyük kutuların içinde çakıl taşları içinde toprak vardı. Rüyam da tek iyi tarafı sevdiğim adamın yanımda olmasıydı ama onun bile yaptıklarına anlam veremiyordum. Çuval içerisinde yığılmış yiyecekler bi tarafta diğer yanda çakıllı toprak içinde ölmüş kedi, köpek, fare yavruları.

Çok çirkin ve kötü bir kadın tarafından bu toprağı temizlemeye zorlanmam. Temizlersem diğerlerinden önce yemek kazanıcam çünkü. Sevdiğim adam bi gayretle bu toprağın içindeki ölmüş yavruları çıkarıp temizlemeye çalışıyor bense bunu yapamam bunları siz öldürdünüz diye ağlıyordum. Nefes almakta güçlük çekiyordum, korku ve tiksinti içinde ordan çıkış arıyordum ama bulamıyordum. Çirkin ve kötü kadın bana sürekli temizlemek zorunda olduğumdan bahsediyor daha çok soluksuz bırakıyordu.

Yapamam diye bağırdım öyleyse seni kabir tarafına alalım dedi bana. Sevdiğim adam korkma dedi geçicek birazdan elimi tuttu ama ağlıyorum ve delice korkuyorum. Beni kabir tarafı denilen yere aldıktan sonra ayaklarıma küçük su kaplumbağası döktüler binlerce hareket ediyolar ve ben ezmekten korkuyorum ama onlar bana sürekli arka ayaklarıyla bi köpek gibi tekme atıyorlardı. Herşey kararmıştı (karanlıktan korkarım) tutunacak bi el ararken zifiri karanlıkta kaldım ve daha güç nefes almaya başladım. O korkuyla sıçrayarak uyandım.

Uyandığımda ağlıyordum, onu gerçekten yaşamış gibi hissetmiştim çünkü. Dakikalarca kendime gelemedim. Neydi bu, neyin nesiydi. İnsanın rüyalarının %90 ı gerçekleşince gördüğüm en güzel rüyanın bile olabilitesi gerçeği beni ürkütmeye yetiyor. Hemen bilgisayarımı açıp gördüğüm rüya neydi bu gördüklerim ne anlama geliyordu diye araştırmaya başladım. Okuduklarım her ne kadar daha da içimi ürpertse de, sakin olup, Allahım sen hayırlara yor demekten başka çarem olmadığınıda biliyordum. Tek dileğim diğer rüyalarım gibi bunun da gerçekleşmemesi...

11 Ağustos 2012 Cumartesi


Gülümsedi ve gitti...

Bazen, o an için, ne paylaştığınızın, yada ne yaşadığınızın, ne düşündüğünüzün önemi yoktur. Sadece onu yaşamak istersiniz.  Onunla birşeyler paylaşırken sınırlarınız olmaz. Ne geniş, ne de dar bi pencereden baktığını anlayamazsınız. Ama bazen öyle bi kelime eder ki karşınızdaki, susmak en mantıklısı dersiniz. "Sana dokunmaya dahi kıyamıyorum"...

Sonra gün gelir ve öyle bi konuşma içinde bulursunuz ki kendinizi, siz dahi kendinize anlam vermezsiniz. Ben ne diyorum? Bu sözleri söyleyen ben miyim? Bu nasıl bi özgüven demekten kendinizi alamazsınız. Ve tam bitti demişken, hiç tahmin etmediğiniz bi anda bir özlem karmaşası sizi yeniden bi araya getirir. İşte tam orda film kopar. Bocalamaya başlarsınız, tek bi  "özledim" kelimesiyle. Neden? Neden bunca zaman sonra yeniden yaşamak isteği? Bu sorular sizi yeyip bitirirken, beyninizde binlerce ona dair kelimeler, savaş alanına çevirir  tüm benliğinizi.

Sussam olmaz konuşsam hiç olmaz derken yeni bi sözle tam alnınızdan vurur sizi. "Bu aslında kurtuluş bence" Anlayamazsınız, içinizdeki kokuşmuş içten içe kemiren sözler sessizliği bozarcasına, kim için, ne için bi kurtuluş, bu nasıl bi sözdür derken sindirmeye çalışırsınız. Ben hep derim ki masalların çoğu hep üç biri siliktir. Bizim masalımız da gerçek içinde ki hayallerden türeme bi masaldı belki de.

Şimdi "ben hep varım, burdayım, gitmiyorum" demek ya o masalın yeniden başlamasına, yada bir daha asla, adı dahi geçmeyecek bir sonsuzluğa karışmasına neden olucak...

... Üç noktası olmayanın masalıda olmuyormuş şair!

30 Haziran 2012 Cumartesi


Hala Anımsıyorum!


İçimin efkarını silyorum son defa, bu acıyı bana sunanlara ant olsun ki bir daha asla ağlamayacağım! Geç kalmışlığın vuruyor yelkovana, zaman dursa yada yer yerinden oynasa.
 
Beni benden ayıran bir garip acı, seni bana yaslayan bir garip yokluk! Yaslasam sinemi ellerine, sussam günlerce, gecelerce. Gökler yağmurla ağlar derler, bende bir taş misali sığınsam senin kovuğuna. Anlayacaksın aslında!
 
Sessizdir ve çığırtkandır ellerin tenime her dokunduğunda, kalbimdeki aşk sana boyun eğince, inat teslim, içim suskun, tenim yaralı!
Sevdayı içime damıtan aşkına ant olsun. Bir bebeğin masumiyeti ve sevgisiyle saracağım yaralarını. Çatlamış teninden, avuçiçlerinde ki çizgilerden, sen dağılmadan dizlerime, gözlerine sığınacağım.
 
Şimdi akıyorsun ya avuçlarımdan, o zaman bin ah ile bakacağım gözlerine. Harap zamanların hezeyanıdır benim feryadım. Ya gel sevdiğim, seni koynuma alayım, ya da usulca süzül ayın karanlık yüzüne, sensizliği öğreneyim.
 
Her 30 Haziran geldiğin de, bir bahar dersin, belki ben kokarım! 

25 Haziran 2012 Pazartesi


Sen Unutulacak Adam mısın?

Şehirler geçsen ayakların parçalanırcasına, kuzeyden doğuya, doğudan batıya alsan biletlerini. Binmeyeceğin otobüslere baksan, yürüsen kendi havlince, sonunda benim yollarıma düşsen, adım adım beni arşınlasan!

Bilir misin sevgili, "Ölüm gibidir sensizliğin sessizliği" Beni en çok sessizliğinle vurdun sen. Gece tenime en çok da ciğerlerime, nasıl da yanıyor insan ve nasıl da sönmüyor gecelerce.

Ağzımı araladağım her an tükürmek geliyor ayrılıkların yüzüne ve sonra canı cehenneme diyorum, sessizliğin kulaklarını tırmalayan o iğrenç sesine!
Sen! Sen unutulacak Adam mısın sevgili? Gözlerin her akla düştüğünde beni yakmak için çağırıyor. Ateş'e ateş katmak akıl işi mi?
Küllerimi savuruyorum avuçlarımdan, her savrulan külümde avuçiçlerim yanıyor. Öptüğün avuçlarımda ki yangınlar sönmesin istiyorum. Alsalar diyorum özgürlüğümü köleleğimin karşılığında! Yoksun ya, ordan oraya savrulsam, gözlerine vurulmuşluğum kadar vurulsam. Bir damla su versene ey sevgili, çatlamış topraklarıma!

Hayatın kayıp giderken stabilize yollarda, bensizliği inkar ettiğin her an yan sevgili. Bir masalın var mı Adam? Kadının adı var mı? Diline bıraktığım her dudak izim de lal oluşunla hatırlayacaksın beni. Şimdi piç zamanların yarım kalan dizesi gibi nefesim! Gitmeli miyim, kalmalı mıyım ey sevgili. Ya gel beni yine benden al. Ya da savrul ordan oraya...

Adını bilmediğim bir şehrin dili sararken benliğimi, sanırım aşık olmayı yeniden öğrenmeliyim...



21 Haziran 2012 Perşembe

Benim küçük sevgilim...

Adı özelse hep siz de saklıdır...

Bügün "aşk'ın" doğum günü! Gün geceye varmadan çalmışsa aşk çanlarınız, dur diyemezsiniz, teslim olursunuz. O güzel iğde kokusuyla, Haziran da gelmiştin bana.  Sen hangi yaşın damlasısın ey sevgili? Ellerin yanağım da, dudaklarım avuçlarında kalmışken, nasıl kapanır bu yara. Aynaya her baktığım da yüzüne aşina olmuşum, kendimi görmezden gelip, yalnız sana teslim olmuşum. "Aşk" adını unatacak kadar kaybetmektir kendini, bilirsin.  Bazen konuşsam olmuyor, sussam olmuyor dersin, ama içindeki hezeyan günden güne büyür, engel olamazsın. Benimde dökülüyor dilimden semaya kahrı aşkın ızdırabı!
Duvarların yıkılır da aşkımı alnına perde yaparsan bir gün, rüyana hilkat olur belki solunda ki kalp atışı!
Kanlı bir savaştan çıkıp yaralı bir şekilde evime dönmeye benziyor ya gülüşlerin, o an nasıl kan kaybediyorum bilemezsin. Benim yaralarım sana her baktığım da kanar bilirmisin sevgili?
Bilmezsin...
Avuçlarımda dünden kalma öpüşlerinin izleri ve kokusu... Nasıldır bilirmisin o kokuyu alıp da sana dokunamamak.
Geçtim "aşkın" yanından. Soğuktu ve kan vardı! Kimi beni suçladı kimi sana kör baktı. Ama yalnızca bu kentin caddeleri bize ağladı. Kala kala dilim de bir garip tadın kaldı!
Oysa ben ikimize yetecek kadar yokluk doğurmuştum, sessiz gecelerin koynunda! Benim saçlarımdan haziran akardı, senin göğsün hep muzaffer! (Yalnızlık)
Şimdi nerde, nasıl, kimlesin bilmiyorum elbet. Belki bana çok yakın belki zamanın bi iminde kaldın sende benim gibi.Belki de kilometrelerce uzağım da. Kokunu alabilsem, kokuma seni bulayabilsem seni bir daha bırakmazdım... Her acı aynı akıyormuş önce gözden ve sonra dilden...
Sonrası mı? Sonrası iyilik belki de güzellik...
Ne mutlu bana ki, senin gibi bir aşkı yaşamışım... Teşekkürler "aşk"...

11 Haziran 2012 Pazartesi


Aşk/ın Yalan Sözcüklere Bulandığı Anlar!

Bazı insanlar size özel olduğunuzu hissettirir, bazılarına da verdiğiniz değer karşısında haketmediğini gördüğünüzde kendinizden nefret edersiniz. Çoğu zaman bu kez yanılan ben olayım sözcüğü sizi yine haklı çıkarır. Ben özel biri değilim.Orta boylu ve orta kilo da ortalama bir zekam var ve ortalama bir eğitim aldım. Kısacası ben herkesim. Bende herkes gibi sıradanım, ve unutmayın sıradan her insan yalan söyler. Bunun boyutları var elbet, yalanın pembesi olur diye kendinizi kandırmayın. Her yalan mutlaka incitir! Ama bazı insanlar bunu oyun haline getirmiş ve en özel kelimeleri bile bi çırpıda söyleyebiliyorlar. Mesela "Seni seviyorum"...

Ahh! Çocuk oyuncağı haline getirilmiş hislerin aşkına. İnsanlar yalan söylemeyi oyun haline getirdikleri gibi aşkı da hafife alıp duyguların üzerinde bir o kadar karaktersizce oyunlar oynuyorlar.
Bana göre artık, yüzü yok bir aşkın! Sesi yok, günlerine ağlayan bir kadın yok!
Bir iç denizden başka bir iç denize kapaklanıyorsa içsizliğiniz, elinizde kırık dökük tümceleri yama yaparsınız aşikar!
Ve siz o kentin tüm orospularına merhametle bakar, en güzel aslında onlar ağlar dersiniz!
Sonu gelse dünyanın, illaki bağırırdı yeter artık,bir ses ne olur diye! Yada alışmalı mı ?Nefes/sizliğe. Kim bilir belkide sarabilirdi tüm tanrılar şefkatle vede merhametle!

Tanrı dedim de.Neden piç çocuklara tiksinerek bakıyor insan? Bak işte "o" gitti ve piçleştim hepsi bu! Bir "aşk" baba gibi kokmuyorsa ve baştan çıkarıp sevgiyle dokunmuyorsa, kulağına fısıldanan "aşk" kelimesi akordunu yitirir! Rutin bir sarsıntıyla her sevişmede biraz daha yitik vede bitik!
"Aşk" diyor bir adam ve yüzsüz bir kadın oluyor kahramanı, kal deseydi kadın kalır mıydı "o" adam? Hayır. Kalmazdı. Çünkü "o" konuşmayı bilmezdi!

Allahıma kitabıma yemin ederim ki özlememek için sadece sabır diliyorum artık, ve daha cümlem bitmeden bir gidişin, kayboluşun yaşandığı an/lar kalıyor gözlerimde!
Ağlamak nasıl bir şeydi anne?

8 Haziran 2012 Cuma



Rüya bu sanırım!

Hiç ummadığın bir anda çıka gelen misafir gibidir "aşk" geldiği gibi sessizce gider. Oysa ne iyi ettin hoşgeldin deriz önce, açarız sol yanımızı korkusuzca. Ama giderken cefa dan başka birşey bırakmaz.Sende öyle, es kazamıydı karşıma çıkışın, yoksa planlı bir oyunmuydu bilemiyorum.  Ama bazı gerçekler var ki kabullenemeyiz. Tabiri caizse konduramayız deriz. İstediğimiz tek şey huzurdur, biraz sevgi, biraz ilgi karışımı bi kokteylden ibarettir aslında.
Dün gece bi rüya gördüm kocaman bir ağaç evin içinde binbir değişik insan ve rengarenk giyimleriyle odalarda gezinen açılan her kapıların ardında şeffaf objeler falan filan.. İlginç, karmaşık bir o kadar da gerçekti sanki. Aslında hayatta bundan ibaret değilmidir? Hiç tanımadığınız birini düşünün mesela konuşmasıyla, hareketleriyle aniden o ortama renk katmaz mı? İyisiyle, kötüsüyle, neşelisiyle, sevimsiziyle binbir çeşit karakter bulunamaz mı?

Deliriyorum galiba!
Neden bu kadar sorgularım, neden hep nedenlerim çok fazla? O kadar çok sorularım varki beynimde cevapları olmayan, sorsam deli ilan edileceğim türden sorular.
Kararsızım, tepkisizim, suskunum...

Yazdıkca çoğalan bi ruha sahip olmalıyım. Yazdıkca kendimi bi puzzle gibi tamamlayan, birleşen parçalarım var. Her biri yerine oturmalı yoksa hep bi tarafım anlamsız manasız kalıveriyor...
Sen- ki; rahminden düştüğün hızla düştün gözümden! Şimdi herşey sıradan, sözlerin anlamsız, sevgin hiçten ibaret...
Ne kaldı ki geriye koca bir hiçten başka!

26 Mayıs 2012 Cumartesi


Siyahi Gecenin Kaleminden...

Sonsuz gece. Beni karanlığının içine aldın. Boğulmama ramak var. Saatler akıp geçmekte.
Zaman her ne demekse, gözyaşları içindeyim. Bu nasıl bi gece? Bu nasıl bi sıkışmışlık? Bu nasıl bi çaresizlik? Hiç bi yanıt yok. Bu nasıl bi yalnızlık ? Bu nasıl bi düşünce?
Ben nerdeyim? Ben kimim? Dünya olduğu iddia edilen yere ben ne zaman(!) ve nasıl düştüm? Bu ne biçim bi masal? Uyanmak mı iyi, hiç uyanmamak mı? Uyumaya çabalamak mı, uyutulmak mı?
Tarifsizim...
Sayısı çözülemeyen sayıda düşünceler beynimi yiyip tüketti. Çok fazlalar ve her biri diğeriyle çarpışıyor. İrili ufaklı patlakcıklar oluşuyor beyinciğimde. Çoklar!
Ey uyku tozu, gel de ruhumu bedenden ayır! Bu nasıl bi işkence...
Tatminsizim...
Her gece olduğu gibi rüya aleminde gezintiye çıkar beni. Dünyadakiyle birebir zıt rüyalar!
Geçen gece yaşlı ve tanımadığım bi kadın beni gezegenin birinde yer alan evine götürdü. İnanılmaz büyüklükte bir ev, sayısız odalar, eşsiz mimari odaların içinden geçen deniz. Görülmedik tuhaf objeler...
Dün gece insanlar gördüm. Derileri şeffafdandı. İçlerinde kan damarları ve kemikcikleri saydam şekilde gözükebilioyordu. Sonra bu insancıklar akışkan hale gelip bi masa formunu aldılar. Kanları ve kemikleri gözükerek...
Deliyim! Deliriyorum...
Ey bulutların arasından çıkıp gelen moon. Bu yolculuk nereye gider? Yol boyu ışığın eksilmesin üzerimden! Sensiz önümü göremem. Sen varsın diye artık ölebilirim! Bilebilirim yaşamayı da, savurup - savrula da bilirim...
Anlamsızım...
Bu yalnızlık hep durur mu insanda? Gitmeyen bi o mu var? Kök salan, sarsılmayan...
Akılsızım...
Ben neden uyamıyorum bu dünyanın düzenine? Neden hep insanlar uyanıkken uyumayı seviyorum ve uyuyamıyorum onlar uyurken? Karnım neden düzenli aralıklarla acıkmıyo ve hep aynı şeyleri istemiyor? "Canım annemin olduğu gibi." Neden söylenen saatlerde bulunamıyorum belirtilen yerlerde? Neden telefon açamıyorum çok sevdiğim kan bağlantılılarıma da; kafamda o kadar hayal edip hatırlarını sorduğumu ve gerçekmiş gibi inanıyorum? Neden kapı kapı dolaşıp onların hayatlarına bi süreliğine misafir olmak istesem de evimden dışarı adım atamıyorum? Neden çürümeyi seçiyorum ve hiç bişey yapmayı her şeyden iyi becererek? Neden bu dünyaya alacağım ya da borcum yok? Neden hep kolayları tercih etmem? Neden zoru görünce bin türlü kararsız sorgulamam ve sonrasında 80 tane yumurtayı yolun ortasında öylece bırakıp kaçmam ve onların akıbetini, kimlerin eline geçeceğini düşünmemem? Neden bu umursamazlığım? Neden bu doğal dengeye inanışım?Her şeyin bi şekilde kendi kendine yolunu bulacağına inanmam? Neden bu ifadesizliğim?Anlatmak isteyip de anlatamamam? Tariflemek isteyip de beceremem? Neden hiç tamamlayamamam? Neden hep yarıda bırakmalarım? Hep başlamam ama bitirememem? Neden bu açgözlülüğüm, doyumsuzluğum, maymunluğum?
Neden bu çıldırtıcı sessizliğim - sensizliğim...
Neden bu cansıkıcılığım...
Neden bu işe yaramazlığım...
Neden hiç'liğim...
Neden odaklanamıyorum? En ufak bi sarsıntıda neden devriliveriyor bütün puzzle parçalarım? Neden yeniden başlamak yerine kendimi başka bi tercihin daha iyi olacağına ikna etmem...
Hayata karşı bu ilgisizliğim ve isteksizliğim nerede duracak? Bu amaçsızlığın amacı ne ? Neden bu kadar zor bu dünya mekanında, her insanın yaptığı gibi oyalayıcı küçük işler bulup bunu sürdürememem?
Neden aidiyetsizliğim?
Neden hep devrik cümleler?
Neden hep siyahi?
Siyahilerim bir gün Maviye dönüşecek mi?

25 Mayıs 2012 Cuma


Sessizdir Benim Çığlığım!


Bir çocuğun ağlamasına öykünen dudaklarım, bir aşkın hasretle yaktığı dudaklarıyla aynıydı aslında. Yaman bir çelişkiydi yani!!!
 
Kasım gelse de,en çok Haziran oluyordum!Her oyunda ebe seçiliyor,kendimi yakalamayı beceremiyordum. Şimdi iç kokum ağaç kabuklarnın kokusuna eş!
Sen!
Sen dokunulmayan tek yanımdın, sağlam korunan... Uzak yaşadığım sınırlı anılarımda, sınıra dayanamadığım bir delilik haliydi belkide. Hiç bir yere sığmazken yüreğim, dıştan içe yaslandığım bir garip buhran gibiydi...
 
Bir "aşk"ın dokunulmaya öykünen teni ve bir tenin aşkınla ölmeye deliren sesi vardı derinlerde bi yerlerde. Sağlam bir harmoni denmeliydi bunun adına...
Kimin elini tutmaya yeltensem, sadece yeltenmekle kalıyordu. Biliyordum ellerim hep kesilecek senin eline!
 
Oysa azla yetinmeyi biliyordum sömürmüyordum aşkı! Ben en çok kendimi sömürmeyi seviyordum...
 
Kızgınlıklarım vardı, en çok da kendime. Kadınlığıma! Çocuk kalmak gibi aptalca bir diretmem vardı. Ve ben sanki hep büyük olmak için doğmuştum! İsyandır, bu apaçık isyan!
 
Soruyorum ansızın kendime, ruhu deşilen kadınların, rahmi deşilen kadınlardan ne farkı var ki diye! Kadınsan sürekli deşiliyorsun işte... ve aşkın içinde piç gibi büyüyor ve sen susuyorsun.... susuyorum.... susuyoruz...
 
Çok konuşmak kadına yakışmıyor(du). Elini saçlarına dokunmak gibi masum isteklerin yanıp gidiyordu çünkü.  Zaten yalnızlığın yatağında yangın olmuyor muydu?
 
ŞŞŞŞŞİİİŞŞŞŞ!!!
 
Aşk öldüğünde ağlarmıydım?
Evet, kesin ağlardım diyor derinlerden gelen kısık bir ses...
Ona ben kıskanılacak, içini titreten bir aşk yarattım ve kutsadım!
 
Sonlar vardır son dersiniz, olmasını sonsuz istedğiniz.. ama son olmasını mecbur hissettiğiniz!!!
 
Ve, şimdi gitmeliyim....  Sende mutlu olmalısın!



Silik Bir Aşkın, Son Deminde!

Sevdiğim! Sözde bitimsiz masmavi bir denizdi sevgin... Tüm kelimelerinin kifayetsiz kaldığı bir göz ve silik bir söz vardı avuçlarında. Öptüm... Derin derin içime çektim kokunu, avuçlarında, dilimle inşa ettiğim ayrılık, sanrısal bir  sağırlık gibiydi... Sustum...
 
Nasıl yakışıyorsa bıçak ekmeğe, işte öyle parçalanmak milyon kere. En derinlerime  gizleyerek adını, ürkek çocuklar doğuruyordum şafağa! Ve ben en yanlış bir kadın, bende kalmak bile bile, yüzümü çizmek gibi olur du su üstüne... Ve büyüsünü kaybeden bir aşkın son deminde. Buz gibi oluyorum yalnızlıkla, aynalarla avunuyorum, çekinmeden tanıyordum kendimi. 
 
Ya sen sevdiğim? Büyüsünü kaybettiğin aşkın yalnızlığına hapsolunca neler hissdiyosun.. ? Ne garip değilmi sevdiğim, ne güzel bir süpriz böyle hoşgeldin hayatıma derken, her güzel şey bitermiş  "aşk" nedensiz sevmekmiş diye yalnızlığın koynnda buluyoruz kendimizi... Artık anlamaya çalışmıyorum. Söz/de unuttuk diyorum bunun adına...
 
Nefesinle ırzına geçtiğin, kulak mememi bağışlıyorum sana. Firjit olduğum yalan! Ve hala hoşlanıyorum dokunuşlarından, ki hala içim dışım sen! Hala hiç özlemiyor ve hala hiç sevmiyorum seni!!! 
Sevdiğim! Hep ömrümle öldürdüğün sesime inat, yaralarımdan çaldım! Yok saydım! Sakat bi aşkı öz canımla çoğalttım. Ve mümkündü aslında aşka yakışan gözlerine yaralı ömrüm...
 
Gel diyordun. Çık gel! Sevişmek için değil, sevmek için huzuru... Gel diyordun, kalıyordum! Kalıyordum, solumdaki sakat aşka sığınıp. Ömrüme son bi resim çizip sapsarı akıtıyordum yalnızlığı yatağımdan, sapsarı dökülüyordum yastığıma hazan kokuyordu her bir yanım. Ama yok tu ki bu oyunu bozan!
 
Şimdilerde izlerimi kaybeden yitik zaman, gülümsüyorlar bana aynadan! Islak bir yalnızlık, penceresiz karanlık ve tutanaksız bir bahar oluyordu dört bi yanım. Ne demiştim sevdiğim?
 
İmkansız olmuşuz hayattayken üstelik...

Hiç!

İçimde küçük küçük çiçek yarası,dışım kalın bir duvar sanki. Sol omuzuma aldığım tüm sisleri terk ediyorum... Acılar sarmış dört bir yanımı ben görmezden geliyorum.Paylaşınca çoğalan muhabbetin izlerini derinleştiriyorum içimde.
Bakınca sevenlerimi sarılıp öpenleri görüyorum. Nefret duygusuyla yoğrulmuş insanları yok sayıyor sanki ruhum! Çünkü aldığım her nefes dünyaya bedel oluyor bir çizgiden sonra... Sizler kadar sevmişimdir bende, siz öğrenirken belkide!!!
 
Susmak kalmıştır en sonunda yitik bir öykü olmuştur gözümde... 
Şimdi özür dilemeli geçmişten!!! Yaşanmasına izin verilmemiş o saf temiz aşklardan!!!
 
Mmhh benim aziz dostlarım; Canınız cehenneme benimle beraber!!!
 
Son yudumu vefasız dostlarım sizler için öldürürken gırtlağımda, aslında illegal bir sevişme ile ıslağım! Sanmayın ki yağmur yağıyor, nefrettir...Ki nefret benim yüreğimde her zaman legal bir gidiştir!
Ey aşk! Hangi orospunun kasıklarına gizlendin. Önüm arkam sağım solum içim dışım "HİÇ" olmuşken ben, gülüyorum... Deli diyorsunuz muhtemelen yada bir manyağım kimine göre. Kimine göre olabildiğince dişi, kimine göre bir hiç...
 
Evet hiç! Kocaman bir hiç aslında "K" noktasından başka! kimin umurunda? Hiç de dahil buna...
 
Alnımda bir aşk acısı izleri, sırtımda bir kaç saplı bıçak.Arabesk bir söylem değil ama sizler yanılacaksınız!
Ben ki hala hep annemin gül kokusu ellerinde, sıcak kollarında gülümsemesi ömre bedel. Ki baba ya aşık bir piçsem! Azat edilme vaktimin geldiği andır artık...
 
(Şimdi yazın kafanıza göre sevgili "............" TIN bölgeme)


Sayıklama!

Yokluğun bir dolu boşluğumuydu, yoksa hasretmiydim sevgiye bilmiyorum. Öyle anlar vardır ki açsınızdır! Sevgiye, ilgiye, aşka, kıskançlığa ve daha sayamadığım bi dolu bahanedir bizi birbirimize iten...
Düşün ki yüzü parçalanmış tanrılar yetişiyor imdadıma, işte vardiya başladı diyorum. Çalar saat devre de. Ve yok olma anı değil "biz" olma anıdır şimdi diyorum...
Çaresizce aklımın ipleri düğümlenmişken, sen gelip bir bir çözüyorsun. Gül mü kokuyor dudakların diyorum, beliriyor öteden gülüşün. Mutlu etmek için sadece yanındayım diyorsun...
Bu bir hayal olmamalı... Gördüğüm ne düş ne hayal olmamalı. Gerçeksin sen!
Ki bu rüyaysa bile uyanmamak isterim diyorum. Kimse böylesi içten sevmedi. Anlıyorsun değil mi?
Yalnızlık yakar tüm kanatları, ne kadar melek olsan da! Şimdi "aşk" akıyor caddelerden, Kavuşmaya çeyrek kala, ki nehir olup çağlayınca boğulacağım o sularda...
Desem ki özledim!
Seni, bir seni...
Sorular yok aslında kısa açık ve net. Sadece özledim!
Allahım sanki ısrarla acı üretiyor! Yutkunuyorum seni her özledim dediğimde. Dışıma gizliyorum, sesler kayıp!
Sana mavi bir zaman yaratsaydım, beyaz aksaydı yeşilin köklerinden, bir başka zamanda sadece biz olduğumuz bir aşka bulansaydık.. Böyle susmazdın o zaman biliyorum...
Sevgilim....
Yalnızlığımdan, sensizliğimden akıyor ayak seslerin...İzlerin ne garip! Bastıkca birine, siliniyor bir diğeri. Fakat derinleşiyor gittikce her dönüp bakışında gözlerin...
Kapatsam gözlerimi, içim infilak eder. Bu bir ölüm olmayacak aşikar...
Ay ve yüzün aynı anda hücum ediyor tenime, seni her düşündüğümde, savaşmak mı sevişmek mi, yaşamak mı, ölmek mi?
Seçim hakkımız yok sevgili, hepsini birden yaşayacağız, o zaman cenk başlasın ve karışsın tüm duygular. İlk sözün "seni seviyorum" olsun. Sonunu bile bile yanalım, yandıkca ağlayalım. Her bir damla göz yaşın da, yüreğimize bir iz bırakalım...
Korkusuzca gel bana...

http://fizy.com/#s/1ai8sq


22 Mayıs 2012 Salı


Gittim mi? Gözlerinden...



Ayrılık sonrası şiirler yazıyorum, iğde kokulu kaldırımların arkasında kendisine sırf kendisine yağan bir yağmur gibi çıkageliyor. Hoşgeldin diyemiyorum. Neden şimdi? diye soruyorum. Geldim işte diyor...
Oysa sen bana Haziran da gelmiştin. Üşümeyi henüz öğrenmiştim. Ne iyi etmiştin...
Baş köşeme oturan yıldızları elimin tersiyle itiyorum, belki biraz da savrukca siliyorum...
Babama benziyor masamda ki kör bıçak, irkilsem annem kokuyor,titresem kanım donuyor...Burayı es geçiyorum!
Beni beklemişdin oysa ıssız Ankara sokaklarında.Adım adım ezberletmiştin adımı bahçedeki ağaçlara!Bilseydim, bilseydim değiştirirdim o mevsimi...
Gece ayrılık sonrası, hezeyan dolu inerken avuçlarıma, avuçlarım da ağır bir acı.Yastığımda bir kaç damla göz yaşı, sonrası hep yokluk sonrası hep sensizlik...
Oysa nasılda özlemişim teninde ki buğuyu, nasıl beklemişim kokunu bir bilsen...Gözlerin diyorum, her bakışta duru bir su gibi.İçsem... İçsem...İçsem... Ve yine ben geldim de/sen!
Ve şimdi Kasım sonrası, Haziran kokulu sözler biriktirsem sana. Haziran gibi sarsam yokluğunu ve öpsem alnından yokluğunun...
İçimi ısıtır mutlaka! Son bir kez sarılsan, son bir kez öpsen alnımdan ve ben son bir kez öpsem dudaklarından,avuçlarından... Sonra yine susarız istersen.
Gözlerin ve birde ben...

Hoşca/kal!



Dört adım/lık dönüşlerle geçtim sensizliğe...
Bilindik bir yalnızlığın son caddesinde yürüdüm belkide yıllarca, son kez okşadım saçlarını kokuna veda edip... Gidesim var buralardan!
Devrik bir hükümdür artık gözlerim, ne yana dönsem külünde boğulan Ankara. Ve ne yana dönsem batık bir aşkın izleri...
Beceremediğim uzlaşım. Beynime söz geçiremediğim hislerim, kül edemediğim hüzünlerim. Hoşca/ kal.
Batık bir aşkın son deminde, bin vurgun yemiş gibi ölüdür tenim. Şimdi tüm gölgelerden siliyorum adımlarımı. Sessizce...
Gece den bir ay doğar belki gözlerine, belki yüklü bir yağmur bulutu! Oysa gitmeliydim münteşir bir zamanın aralığına.Kırıp zincirlerimi gitmeliydim. Yağmur, çamur bulaşmalı ayağıma. Gitmeliydim!
Kim tutuyor dizlerimi, kim? Hangi aşkın izleridir ayaklarıma dolanan... 
Şimdi nasıl gidilir ey Ankara?
Kokuna yüzüm sürdüğüm, yokluğunu alnından öptüğüm, yarım kalmış sevdam. Şimdi nasıl gidilir dolanmışken ayağıma izlerin!
Yalnızlığım, sen mi geldin? Hoş geldin!
 Ve.....
Hoşca /kal Sevdiğim ve..... Ankara...

21 Mayıs 2012 Pazartesi


Dağınık Tümcelerim Ölüyor Algısız Avuçlarımda!


Gülümsedim ve haziran koktu her yanım! İğde ağaçlarının kokusunu bilirimisin sevgili? Kokun öyle olmalıydı... D/uyuyormusun? İç duvarıma çarpıyor tümcelerin, bir göz iniyor  boylu boyunca, tüm benliğimde dokunuşunla titriyorum.
 
Kimi zaman yeni doğmuş bir bebek gibi, kimi zaman en derin aşk ateşi! Sevişmekde bi yere kadar sevgili! Hiç bir el kırık iki cümle kadar uçurmadı benliğimi, en sıcak dokunuşlarının kenarlarına yazdım gülümsemelerimi... Kızgınlıklarıma ve küfürlerime gelince, gece şahit. Allahsız dizeler .........! Ve işte yine diyorum küfür dediğin uyanınca başlıyor, fakat ne acıdır ki cinsiyet engeline takılıyor. İşte bunun içindir nefret ediyorum rahmimden!!! 
 
Her rıhtım nasıl denize yabancıysa, bende sana öyle yabancı kalıveriyorum bi anda. Üşüyorum diyorum yokluğunda, düşününce yeniden, yeniden ısınıyorum bir parça daha fazla diğerinden... Üstelik üşümenin ne olduğunu da anlatmıştım sana! Öylece büzerek dudağımı ağlamıştım sana, öpmemiştin dudağımı! Yetimlik dediğin gece başlıyor işte tam o anda... Öksüzlüğümü, kimsesizliğimi, sensizliğimi sanki doğuştan hissediyorum. Ki sende vurmuştun kimsesizliğime. Oysa kimse/sizliğime vursunlar istemiyordum, ama sen duymuyordun! 
 
Nasılsın desen bu gece ? Gibi gibiyim aslında (tek nokta)
Ne bıraktın bu gece avuçlarımda ay tozundan başka? Ki  "Aşk"ın fahişedir geceleri biliyorsun!
Suçlamaların gibi gibidir işte, hep üç noktası olmayan! Şimdi bir "oooffff" sıkıştırmak isterdim rastgele bir dizeye yada herhangi birine. Ruhunun ırzına geçmek için ve de ağla diye!
 
Can acısı nedir bilirmisin sevgili? Kesmek istersin, aç kalmak istersin ve çıplak tepeden tırnağa, ağlak... soluk soluğa boğmak! Ve sahiplik duygusuyla kör olmuş bir halde olduğun yerde öldürmek konusunda saçma bir dürtüye kapılmak!
Haziran damlıyor avuçlarıma sevgili, birazdan muson yağmurlarına babafingo bir yağmur bastıracak gibi... Diyorum ki sevgili; Üç noktası olmayanın masalı da olmaz... Ki sen anlamamaya meyilli, öylece durup bakacaksın. 
 
Sorular bitti,  cevaplar bitti. Sessizlik hakim şimdi...

16 Mayıs 2012 Çarşamba



Hep "Mavi"...

Ankara sokaklarını anlamsızca arşınlayan bir kadın, seni sevmenin rengi maviydi diyorum sevdiğim... Aslında yüreğimde küçük bir kuşun kanat çırpmasından başka birşey değil bu sözlerim... Bir çocuğun yarı yıl tatili gibidir aslında benim sevinçlerim! Sevmek....
 
Sapladığın bakışlarını içim acıyarak izlerken sevmek....
Hep derim ya sevdiğim bir beyaza düşme telaşıdır aşk. Siyahıma damla damla işleyen...
Gözlerimi ne vakit kapatsam hep bir damlam intihar ediyor...
 
Ve sen son sözlerimi hep sıva yaparsın ruhuna! Ve ben hep dilimde Ki- hala - ÖZLEDİM tümcesi... Satır aralarında kalmışken, son bir kez daha söylüyorum...
 
Son demenin o ağır kokusu ellerindeyken gidecek olmanın telaşıyla silersin avuçlarını .Oysa nasılda sarılmak gelir içinden!!! Tenine bulanmak, nefesine karışmak, tabiri caizse harına har olmak vardı! Ayrılık sevenlere yakışmaz der şair. Çünkü ayrılığın her yarası ölümle durulur!
 
Sonunda dilinizi hep "her"e ve hep "hiç"e aralayacağınızı bilmektir. Ve bunu hangi avukat savunabilir?
Oysa bizim seveceğimiz beyazlar, maviler vardı. Her dilde aynıydı yankısı, kaçınılmaz. Aşk dağda da aşktı yolda da. Ne farkı vardı "canım" tümcesinin? Sonuçta her dilde aynıydı işte...
 
Seni senden alır gibiydi, senden beni çıkarır gibiydi, hep bir ruh haliydi işte. Bazı kadınlar portakal çiçeği kokuluydu. İçleri boş dışları kaos! Bilmeniz de asla mümkün değil di... Asil bakışlar, ruha şleyen bir dokunuştur nadir görülür!!!
 
Bilmek kötüdür bazen, saklanacak bir günah bile bulamazsınız.Temiz yanınız, tanıdığınız ve adını koyamadığınızdır. Ve sizi ortak bir karanlığa yuvarlamaktır....
Vicdanım! sus.... Kendinden kaçar gibi ondan gider gibi, ona döner gibi ve gider gibi....
 
Artık unutulmaz bir yüzüm, sende hatırla....